26 Mart 2012 Pazartesi

Kartolên Pîvazan




Düşünüyorum da bu bloga, “annemin gizli tarifleri”, “halamın köy lezzetleri” gibi bir ad koymuş olsaydım işim çok daha kolay olurdu. İşim niye zor diye sorarsanız! Tarifler resmen doğum sancılarıyla geliyor. Şu resim devamlı gözümün önünde: Zelal (kardeş) ya da Ebru (kuzen) arkadaşlarını çağırmışlar yemeğe, Kürt yemekleri yapmışlar, tarifi de buradan almışlar hani garanti olsun diye. İşte onlar o akşam o masa da gururlansınlar diye resmen atomlarıma ayrışıyorum ben bunları hazırlarken. Ayrıca karar verdim benden korkunç bir yönetmen olurmuş, hani o huysuzluğuyla meşhur olanlarından, istediğini alana kadar terör estiren cinsten...

Bugünkü tarif için de çok badire atlattık ama kazasız belasız bitirdik çekimleri. Fotoğraflardaki eller bundan 8,5 ay önce hayatımı birleştirdiğim canım Jeff’e aittir. Tüm kaprislerime (elinde bıçak olmasına rağmen) oldukça sakin kalarak katlanan sevgili asistanım, yemeğin bitmiş fotoğrafını çekmeye çalışırken saç baş yolmalarımı görmüş, makineyi elimden kapmış, tek kare çekmiş ve o fotoğraf da yukarıya yerleşmiştir!

E o kadar uğraşıp yorulunca güzel bir yemeği hakeder insan. 
Önceki akşam çok sevdiğimiz arkadaşlarımız Ekrem ve Yasemin (fotoğraftaki tabak da onlardan hediye) için burritos yapmıştık ve iki tane tortilla ekmeğimiz artmıştı. Çekim bitince, erittik rendelenmiş kaşarı patateslerin üzerinde, ısıttık tortilla ekmeklerini yaptık birer güzel dürüm, indirdik mideye..Sonra da baharın unuttuğumuz çiçek ve renklerini görmek için vurduk kendimizi yollara..






Malzemeler:
5 adet orta boy patates (1 kg)
1 büyük soğan (200 g)
2 kibrit kutusu kadar kavurma (50 g)
Yarım çay bardağı sıvı yağ (50 g)
1 yemek kaşığı salça (40 g)
1,5  tatlı kaşığı tuz (yarım kaşığı patates haşlarken kullanılacak)
Yarım yemek kaşığı tereyağı
3 bardak su (600 ml)

  1. Patatesleri yıkayıp soyun. Daha sonra dörde bölüp bir tencereye yerleştirin, üzerine suyu ekleyin, yarım çay kaşığı tuz atın ve 25-30 dakika haşlayın. Bir çatal yardımıyla patateslerin ortasının pişip pişmediğini kontrol edin. Bu sürenin sonunda suyunu süzün, soğutun.
  2. Soğanı soyup yemeklik doğrayın. Geniş bir tencereye sıvıyağı dökün, yağ ısınınca soğanları ekleyin ve 5 dakika kavurun. Soğanlar pembeleşsin.
  3. Salçayı da ekleyin ve 2 dakika kavurun.
  4. Kavurmayı da doğrayarak salçanın üzerine ekleyin 2 dakika daha kavurun. Tuzun kalanını ve tereyağını  ekleyin.
  5. Ilımış patatesleri küp küp doğrayıp, tenceredeki salça-kavurma karışımının üzerine boşaltın ve tümünü kavurun. Karıştırmaktan ziyade, altını üstüne getirirseniz patatesleri ezmemiş olursunuz.
Bu, tarifin orjinal halidir. İsterseniz, kimyon veya acı kırmızı biber kullanabilirsiniz. Veya bizim yaptığımız gibi üzerinde beyaz/kaşar peynir eritip tabağa koyabilirsiniz olmadı dürüm/ekmek arası yapar yanına da namuslu bir çay demlersiniz!


Afiyet, bal şeker olsun!

27 Şubat 2012 Pazartesi

Gêrmiya Êrişte


      Erişte çorbasının video çekimleri 2 gün sürdü. Hatta toplamı birkaç saati geçmedi. Ama montaj kısmı bir felaketti. Tam iki kez en baştan montajladım  Sayısını unuttuğum kez de yarısını sil baştan yaptım. Sonra, gecenin bir yarısı aklımda bir çözüm belirdi ve nihayet beklediğim o an, blogda paylaşma anı geldi!

      Bu çorbaya bayılırım. Çorbada kullanılan kurutulmuş erişte hamurlarının yapımı da ayrı bir güzelliktir. Çocukluğumda neredeyse tümü köyde geçen yaz tatillerimin unutulmaz ve keyifli anları olarak aklımda kalmıştır erişte günleri. 
     
     Şöyle olurdu: Erişte açacak evde akşamdan tatlı bir koşuşturma başlardı. Köydeki diğer kadınlara haber verilir, mümkünse masa ve oklavaları ile birlikte erişte açmak üzere davet edilirlerdi kadınlar. Sabah olduğunda kaç leğen hamur yoğrulur, kaç kadın damın üzerinde hamur açar, kaç çocuk oklavaları taşırdı sayısını takip edemezdim. En ince hamuru, yırtmadan açabilen, takdir ve itibar kazanırdı. Biz çocuklar ekmeği serebilmek için iz süren atmaca gibi oklavaları takip ederdik. Bugün bu gelenek halen yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Peki bu eriştelerden nasıl bir çorba yapılır? Onun cevabı da burada, aşağıdaki tarifte ve videoda!!



     Henüz modern yöntemler yokken Mezopotamya coğrafyasında pek çok besin güneşte kurutulduktan sonra saklanıyordu. Erişte, bu doğal ve sağlıklı yöntemin kullanıldığı ürünlerden biridir. Erişte, birazdan detaylı anlatacağım, basit olarak un, su, tuzla hazırlanan hamurun değişik şekillerde açılıp kesilmesinden sonra güneşte kurutulmasından ibarettir. Bugün Anadolu, Mezopotamya ve Orta Doğu’da halen erişte olarak bilinmekte ve yapılmaktadır. Uzak Doğu’da noodle, İtalya’da makarna olarak karşımıza çıkan ürünlerin temelinde erişte mantığı vardır.

     Köse buğdayı denen yüksek kalite ekmeklik buğday değirmende öğüttürülür. Ekmeklik una göre biraz daha fazla öğütülmesi gerekir. Bu un, su ve tuz eklenerek yoğrulur. Unun kalitesinin yüksek olması hamurun uzama kabiliyetini artırır ki bu durum erişte yapımında istenen bir durumdur. Hamurdan yumruk büyüklüğünde parçalar koparılır. Biz, “hevstîv” dediğimiz ağız kısmı kare sapı ise uzun ve ince olan bir demir spatula kullanırız hamuru koparmak için. Çünkü hamur çok kuvvetlidir. Yumruk büyüklüğünde koparıldıktan sonra büyük ve yuvarlak bir masada, oldukça uzun bir oklava ile ve olabildiğince ince açılır hamur. Hamurun oklavaya yapışmaması için açılırken bol un kullanılması gerekir. 

Kurutulmuş erişteler



    Açılmış hamurlar, güneşli büyük bir alana serilmiş, geniş ve uzun bez veya muşambaların üzerine, yan yana serilir. Kenarları kuruyup kalkan ekmekler, ters çevrilmiş bir tepsinin üzerine 10-15 tanesi  üst üste konarak toplanır. Yine büyük ve yüksekçe bir masanın üzerine aktarılan ekmek katmanlarını keskin ve ağzı yüksek bir bıçakla önce ortasından ikiye bölünür sonra paralel şekilde uzun dilimler oluşturulur.  Bu dilimler ufaltılır ve en nihayetinde minik kareler elde edilir. Kare şeklindeki erişteler kalbura dökülür ve unu elenir. Tekrar güneşe serilir, birbirine yapışmaması için ince ve uzun bir sopa ile birbirinden ayrılır. 
      Ağustos sonu-Eylül başı erişte yapımı için ideal bir dönemdir. Bu dönemlerde güneş ışınlarının çok sert olmaması eriştelerin çatlamasını önlerken, havanın yeterince sıcak olması eriştenin bir günde kurutulup toplanmasına imkân verir. Tüm bu ritüel hem kışa hazırlık sürecinin bir parçası hem de imece usulü çalışmanın tipik, güzel örneklerinden biri olarak vücut bulur.

Erişte Çorbası


Malzemeler, 8 kişilik
7 bardak su (1,5 litre)  
2 su bardağı yoğurt (400 g)
1 çorba kasesi erişte (80 g)  
1 kase haşlanmış nohut (haşlanmış ağırlık 150 g)
1 tepeleme yemek kaşığı un (20 g)
1 yemek kaşığı tuz (15-20 g)
1 yumurtanın sarısı

Üzeri için
yarım çay bardağı sıvı yağ (50 ml)
2 yemek kaşığı anix (bir tür kekik)

  1. Yoğurdun tümü, 2.5 bardak su, yumurta sarısı, un ve tuz ile birlikte iyice çırpılır. Çırpma teli ile 5 dakika, blendırla 2 dakika yeterli olacaktır.
  2. 5 su bardağı yani 1 litre su kaynatılıp çorba tenceresine boşaltılır. Ocağın altı yakılır. Su fokurdamaya başlayınca erişteler (birbirine yapışmaması için) azar azar suya atılır.  5 dakika kaynatılır.
  3. Çırpılmış yoğurtlu terbiye, erişte-su karışımının üzerine yavaş yavaş boşaltılır ve tenceredeki karışım sürekli karıştırılır. 10 dakika sonra haşlanmış nohutlar eklenir. Bir iki dakika daha kaynatıldıktan sonra ocağın altı kapatılır.
  4. Bir tavada yağ ve anix kavrulur, baharatın yanmaması için bu işlem kısık ateşte yapılır. Yağda kavrulmuş baharattan servis tabaklarına alınan erişte çorbasının üzerine bir iki yemek kaşığı dökülür ve afiyetle içilir!!!!
Not: Kızdırılmış yağ ve baharatı, videoda yaptığım gibi tenceredeki çorbanın üzerine de dökebilirsiniz ama herkesin kendi isteğine göre eklemesi için tabaklara koymak daha iyi olur. 

Biz bu çorbayı, kavurmalı olarak da çok severiz. Kavurma ile yapılana, yağ-anix konmaz. 

Afiyet olsun!




23 Şubat 2012 Perşembe

Eurasianet.org/Kebabistan için bir röportaj


…..
Blog fikri nasıl oluştu?
Üniversiteden gıda mühendisi olarak mezun olalı 10 yıl geçti ve bu geçen zamanda çok çalışmama rağmen hiç bir şey elde edemedim, hayatta olmaktan başka.. Ne para kazanabiliyordum ne de mutlu oluyordum o yüzden radikal bir değişiklikle işimi bırakıp Dünyaya faydalı bir şeyler yapmaya karar verdim. O süreçte eşimle birlikte Kürt yemekleri sunan bir restoran açmak üzerinde kafa patlatıyorduk ama daha önce bu işi yapan tüm arkadaşlarmız, bu sektöre girmeden evvel iyi düşünmemizi, özel hayat diye bir şeyimizin kalmayabileceğini söylediler. Restoran fikri konuşulurken sunacağımız yemeklerin tariflerini standartlaştırmamız gerektiğinin de farkına vardık ve bunun üzerinde araştırma ve çalışma yapmaya başladık. Ama restoran için henüz erken olduğuna karar verdikten sonra da tariflerin kaydı ve standartlaştırılmasına devam etmemiz gerektiğini hissettik. Ben de bir blog oluşturup insanlarla reçeteleri paylaşmaya başladım.

Blogun amacı ne?
Ne zaman kendi memleketimden bir yemek pişirmek istesem, herkes gibi önce annemi veya halalarımı veya yengemi arayıp onlardan tarif alırdım. Ama kısa sürede fark ettim ki herkes kendine göre bir yöntem geliştirmiş ve kimsenin elinde yazılı bir tarif yok. (Diğer eski mutfak kültürlerinde olduğu gibi). Yani hepsi sözlü, belirli bir ölçüye ya da standarda dayanmayan tarifler. Bir avuç şundan koy, bir çimdik bundan at gibi. Sonra kendi kendime sormaya başladım peki ya benim gibi şehirlerde yaşayan yeni jenerasyon (kardeşlerim, kuzenlerim mesela) bu güzel geleneksel yemekleri yapmak isterse nereye başvuracak? Reçeteler hem bilimsel ölçülere göre hem de tabii ki mutfak ölçülerine göre kaydedilmeli ki tekrar ve doğru yapılabilsin. Demek istediğim blogun temel amacı, benim gibi kendi mutfak kültürünü yaşatmak, aileleri ve arkadaşları ile de paylaşmak isteyenler için güvenilir bir adres veya kaynak olmak.

Blogdaki videonuzda da görüldüğü gibi çoğu Türk, Kürt mutfağı diye bir şeyden haberdar değil sanki? Sizce neden?
Bence Türkiye’de, “Kürt” kelimesi otomatik olarak akılarak politikayı getiriyor. Politika da yakın zamana kadar  “Kürtler yoktur” veya “Kürtler dağ Türkleridir, özel bir kültür, dil, müzik, dans veya yemekleri yoktur” diyordu. Bu anlayış değişmeye başladı fakat bu fikirlerin hafızalardan silinmesi o kadar da kolay değil. Ama bu sadece bu insanların Kürt kültürüne aşina olmamalarından kaynaklanmıyor bir de kendilerinin zannettikleri pek çok türkünün, dansın, yemeğin aslında Kürtlere ait olduğunun farkında olmayışlarından da ileri geliyor. İlginçtir, sokak röportajları yaptığım videoda, bir sürü insan “Kürt Mutfağında ne pişer ?” soruma “kebap” diye cevap verdi oysa aynı insanlar yabancılara Türk mutfağından bahsederken hemen “kebap” derler.
Bu videoda bir başka ilginç şey var o da insanlar Kürt mutfağını konuşmaktan rahatsız olmadılar.  Çoğu kişi samimi bir şekilde cevap bulmaya çalıştı hatta bazıları cevap veremeyince utandı. Onları Kürt kültürü ile, politikanın dışında bir şeyle, yemekle ilgili düşündürdüğüme çok mutlu olmuştum. Gece gündüz bir problem ve tehdit olarak bahsi geçen Kürtlerin de herkes gibi normal şeyler yaptığını, yemekleri dansları  olduğunu hatırlatmanın meselenin çözümüne önemli bir katkı yapacağını da anlamış oldum. Hani videonun sonundaki genç adam diyor ya -Kürt mutfağında ne pişer deyince ben- “Yemek pişer, normal yemek pişer”
Öte yandan Kürt ve Türk mutfağı arasında da bir sürü ortaklıklar olmalı, siz Kürt yemeklerini bölgedeki diğer yemeklerden ayırabiliyor musunuz?
Tabii ki iki mutfak arasında ortaklıklar var. Her ikisi de modern yaşam öncesindeki tarım toplumlarının yaşantısına göre şekillenmiş. Yani, her iki toplum da hayvan beslemiş, tarla ekmiş, ağaç dikmiş. Buğdaydan bulgur, sütten yoğurt ve ayran yapmış. Şimdi her iki mutfakta da buğdaylı ayran çorbası olması hiç şaşırtıcı değil o yüzden. Benzerlikler yaşam şekli ve hayatta kalma mücadelesine dayalı. Ve iletişimin kolaylaşması ile iki kültürün etkileşimi de kolaylaşmış. Bazı Kürt yemekleri, Türk yemeklerinden  çok çok farklı olabilir. Dışarıdan bir gözle bakıldığında pek de anlaşılmayan bu fark daha yakın bir bakışla net bir şekilde ortaya çıkar.
Kürt yemek kültürü korunuyor mu? Ya da kaybolmasından endişe duyuyor musunuz?
Gelenekler halen canlı ama benim endişe ettiğim nokta bu geleneklerin şehir yaşantısında işten eve gelen ve yemek yapmaya zaman bulamayan insanların hazır yemeklere yönelmesinden dolayı kaybolabileceği. Yani daha az pişirildikçe ve birileri de bu reçetelerin orjinallerini kaydetmedikçe her bir nesille birlikte yavaş yavaş kaybolacaktır.
Mutfak dahil Kürt kültürüne baktığımda, bazı şeylerin halen, yüzlerce yıl öncesindeki gibi yapılıyor olması beni bir yanıyla mutlu ediyor çünkü korunduğunu görüyorum. Öte taraftan yaban hayatı, bitki örtüsü, baharatlar, şarkılar, masallar vb pek çok şeyin de henüz keşfedilmeden kaybolup gittiğini görüyorum. İşte bu yüzden eğer mutfak kültürümüzün hem orijinal hali ile kayda alınması hem de ufak dokunuşlarla bugünün dünyasında var olmasına giden yolda en ufak bir katkım olursa çok mutlu olur ve gurur duyarım.
Tariflerinizi nasıl topladığınızdan biraz daha bahseder misiniz?
Düşündüm ki önce kendi memleketimden, tadını ve yapılışını bildiklerimden başlamak en mantıklısı olacak.   Bunu yaparken şöyle bir yol izliyorum: Önce kendi bilgimi ortaya koyuyorum, sonra bu bilgiyi en az iki farklı kaynaktan doğruluyorum (akrabalarımdan genellikle) ve bunları birleştiriyorum. Tarifi tekrar tekrar uyguluyorum bunu yaparken de hem mutfak ölçülerini hem de bilimsel ölçüleri kıstas alıyorum. Ve tabii insanlara sunuyorum. Özellikle de , Kürt yemeklerine bayılan ve bu konuda oldukça seçici olan,  82 yaşındaki dünya tatlısı dedeme tattırıyorum. Onun onayı hayati önem taşıyor. Bir keresinde Keşke yapmıştım (bir tür bulgur yemeği) dedem dedi ki “Benim evimde de yapabilirsin”, tercümesi: güzel yapmışsın.  En iyi sonucu elde ettiğimi hissettiğimde bunu blogda paylaşıyorum.
Türkiye’de Kürt mutfağının akıbeti ne olacak sizce? Bir gün gururla Kürt Yemekleri sunan bir restoranı olacak mı İstanbul’un?
Çok güzel ve önemli bir soru bu. Düşünün açtığınız restorana isim verirken Q, W, X harflerini kullanamazsınız çünkü yasak. Yani sıkıntılar daha bu aşamada başlıyor. Bu yüzden ortamın hem yasal hem de anlayış olarak daha güvenli olması gerekiyor. Ama öyle inanıyorum hem İstanbul’da hem de Türkiye’de bir gün bu koşullar hayat bulacak.

Yazının tamamı için buraya tıklayın! Kebabistan yazılarını   istanbuleats'in kurucularından Yigal Schleifer kaleme alıyor. Benim de sık sık faydalandığım, İstanbul'un sokak arası lezzetlerini keşfeden bu siteye bir göz atmanızı tavsiye ederim. 

22 Ocak 2012 Pazar

Amerika'dan iyi bir haber!

Tüm gün içimde bir sıkıntı vardı. Haberler, gazeteler televizyon kanalları sinirlerimi bozmaktan başka bir işe yaramıyor gibi hissediyordum. Yaşadığım ülkeye huzur gelse de ben de veya bizler de, ne bileyim, dişimizle dev bir vinci hareket ettirip Guinnes'e girmek gibi boş şeylerle uğraşsak diye düşündüm. Jeff yarıyıl tatili için ailesinin yanına gitti. Bu sabah skype yaptık ve bana "facebook sayfama bak" dedi. Baktım. Boston'da yaşayan arkadaşımız Jessica'nın annesi Pamela (Pam) lobiyên çêkirî ve parxaç pişirmiş ve fotoğraf çekip kendi facebook sayfasında paylaşmış. Jeff'e hitaben şu yorumu yapmış :

"My first experiment with Kurdish green beans with garlic and eggs and my shepperds bread. Thanks to dalal and u for translations. I can already tell u gr beans are super cause i cheAted" 

yani:

"İlk Kürt yemeği tecrübem, yumurtalı sarımsaklı fasulye ve gömme ile oldu. Delal'a (dalal diye yazmış dikkat ederseniz) ve çevirilerin için sana (Jeff'i kastediyor) teşekkür ederim. Fasulyenin süper olduğunu şimdiden söyleyebilirim çünkü herkesten önce ben yedim!"

       Pam'in çektiği fotoğraf!

Çok çok heyecanlandım çok da mutlu oldum tabi ve hemen http://www.facebook.com/kurtyemekleri sayfasında paylaştım ve bununla ilgili blogda yazayım diye düşündüm. Binlerce kilometre öteden, Florida'dan güzel bir insan, duygumuza yemeğimize ortak olmuş, benim ülkemde, insanlar, Kürtleri vuran depremlere sevinirken.. İnsanın gözleri doluyor.

Sonra blog sayfasına tıkladım yazıyı yazmak için, baktım, ne bakayım, Radikal gazetesi yazarlarından, çok severek takip ettiğim Ali Duran Topuz sayfama üye olmamış mı?!! Acılar ya da mutluluklar kiloyla değil ki tarttıralım, böyle ölçüsüz böyle ziyadesiyle geliyor gelince...

Hepinize, hepimize  beklenmedik, bol, baya bol yani aşırı mutluluklar dilerim!!

6 Ocak 2012 Cuma

Parxaç (Gömme)



2002 yılının haziran ayında Hacettepe Üniversitesi mühendislik fakültesinin mezuniyet töreninde, kepim havada taklalar, bense kahkahalar atarken, bir gün gelip çalışma hayatından nefret edeceğim aklımın ucundan geçmemişti. Öyle bir aşkla atıldım ki iş hayatına! Karlı buzlu günlerde insanlar köprülerde yollarda mahsur kalmışken sabah 7:30da ofisin kapısındaydım. Kuş gribi veya domuz gribi geçirirken dahi işten izin almayı aklımın ucundan geçirmeden çalıştım, çalıştım. 10 yılın sonunda üst üste koyduğum herhangi iki taş göremedim, yaşıyor olmaktan başka. İşte bu yüzden ‘ferrarimi sattım’. Sonrasında da bu blog için çalışmaya başladım. İçinden geldiğim Kürt halkının –dünyanın diğer güzel halkları gibi- sayısız zenginliklerinden biri olan yemeklerini kayıt altına almaya, reçetelendirmeye, fotoğraflamaya, filmlemeye ve paylaşmaya adadım kendimi! İşte bu adanmışlığın güzel sonuçlarından biri daha var bugün paylaşmak istediğim. Bu böreğin adı Parxaçtır. Özellikle Bingöl-Dersim-Sivas bölgelerinde yapılan nefis, kolay ve dayanıklı bir ekmek-börektir.  Yeri gelir misafire ikram ederiz yeri gelir heybemize koyar  yola gideriz. 
Henüz elektrikli fırınların ya da fırınlı sobaların olmadığı dönemlerde -ki bu dediğim zaman 15-20 yl öncesine kadardı, yakındı yani- köylerimizde parxaç şöyle pişirilirdi: Rojing dediğimiz yerde yani ocakta kor halini almış olan ateş, ocağın duvarlarının dibine doğru süpürülürdü ve tabanına üflenirdi. Parxaç hamuru da tepsiye konmadan bu tabana yayılırdı ve üzeri de sêl dediğimiz siyah sac ile kapatılırdı. Kenardaki korlar daha sonra bu sacın üzerine geri yayılırdı ve bir saat boyunca bu korun sıcaklığıyla parxaç pişerdi. Külün ekmeğe verdiği koku ve tat da bambaşka ve iştahlı olurdu.
Çok seveceğinize emin olduğum bu tarifi aşağıdaki videodan da izleyebilirsiniz. Benim favori şarkılarımdan olan Beser Şahin’in Halbukosu eşliğinde işte karşınızdaaa Parxaç!!!  


Malzemeler:
  • 8 su bardağı un (1,1 kg, pastalık-böreklik)
  • 1 çorba kasesi yoğurt (400 g, tatlımsı)
  • 1 yemek kaşığı tuz (15-20 g)
  • 3 adet yumurta
  • 300 g margarin
Hazırlanışı:
  1. Yoğurt, yumurta ve tuzu birlikte çırpın.
  2. Unu geniş ve derin bir leğene boşaltın.  İyice çırptığınız yoğurt-yumurta-tuz karışımını unun üzerine döküp hamuru yoğurmaya başlayın.
  3. Bir tavada erittiğiniz margarini de hamurun üzerine dökerek  hafif sert bir hamur elde edene kadar  yoğurma işlemine devam edin. 35 cm çapında bir tepsinin alt kısmını yağlayıp hamuru tepsiye yayın ve işaret parmağınızla 5er cm aralıklarla delikler açın.
  4. Fırını 200 derecede 10 dakika ısıttıktan sonra tepsiyi fırına sürün. 50 dakika pişirin. Bir 10 dakika daha parxaçın içinin çekmesi için fırında bekletin.
Arzu ettiğiniz gibi dilimleyin. Afiyetle yiyin!!İkram etmeyi ihmal etmeyin!!




8 Aralık 2011 Perşembe

Helîma Ardan (Kavurmalı-Soğanlı Un Çorbası)

      Yine basit, yine lezzetli, yine pratik bir tarifle herkese yine ve yeni merhabalar..Tariften önce, beni oldum olası deli eden ve fakat bu hafta iyice çıldırtan bir toplumsal soruna değinmek istiyorum: Salonlarda normal izleyici olmayı başaramama sorunu!
      Bu hafta önce cuma akşamı, Çağan Irmak'ın  Dedemin İnsanları, sonra çarşamba günü Yüksel Aksu'nun Entelköy Efeköy'e Karşı filmini izledik. Cuma akşamı salonda, solumda Jeff, O'nun solunda da, -abartmıyorum- 5 saniyede bir telefonunun ekranına dokunu dokunuvermek suretiyle filmin ilk 10 dakikası boyunca  gözümüzü köretmekle ve dikkatimizi dağıtmakla kalmayıp koca sinema salonunu aydınlatmayı başarabilen, kendisini uyarmam sonrası, Avatar'dan bir karakteri canlı görmüşcesine gözlerini kocaman kocaman açarak ve alt çenesini olabildiğince aşağı düşürerek suratıma bakakalan biri oturuyordu! Ve sonunda kesti telefonuna dokunmayı! 
      Çarşamba günü de, benim sağımda ikisi kadın ikisi erkek 4 genç oturuyordu. Hemen yanımda oturan, film başlayınca dirseğini kahvemin içine soktu ve kahveyi üzerime döktü sonra hiçbirşey söylemeden (sanırım üzerindeki kazağı çıkarmaya) gitti! Sonraki dakikalarda bu dörtlü aralarında tüm salonun duyabileceği şekilde konuşmaya, -konuşmak kelimesi hafif kalır- resmen muhabbet etmeye başladılar! 'Biraz sessiz olabilir misiniz?" uyarım sonrası bir dakika daha devam edip susabildiler! Ama bitmemişti, sağımdaki genç adam filmdeki en basit ve sıradan müstehcen görüntülerde başını dizlerinin arasına alıp vücudunu öndeki koltuğun arka kısmına doğru gömüyordu ve onun yanındaki de pet şişesini habire sıkıp sıkıp garip sesler çıkarıyordu!!    
Evet bu iki olayı kameraya alsam bana da bi film malzemesi çıkardı heralde..
Ben de meğer ne dolmuşum!! Sakinleştim anlatınca!

Bu dertleşme faslından sonra tarifimize geçebiliriz. Malzemelerimiz gelsin efemm!!

Helîma Ardan/Yöre: Bingöl

Malzemeler, 6 kişilik:
  • 6,5 su bardağı su (1,5 litre)
  • 4 tepeleme yemek kaşığı un (100 g)
  • 2/3 çay bardağı sıvı yağ (50 g)
  • 4 kibrit kutusu kadar kavurma (100 g)
  • 1 adet orta boy soğan (150-200 g arası)
  • 1,5 tatlı kaşığı tuz (15 g)
  • 1 tatlı kaşığı pulbiber 
Hazırlanışı:
  1. Derin bir tencereye suyun yarısını boşaltın üzerine unu yavaş yavaş dökerek çırpma teliyle karıştırın. Topak kalmamasına özen gösterin. Un iyice eriyince kalan suyu ve tuzu ekleyin.
  2. Bu karışımı kaynayana kadar harlı ateşte 10 dakika, kaynadıktan sonra orta ateşte bir 10 dakika daha pişirin. Ocağa koyduğunuz andan itibaren sık sık karıştırın ki dibi tutmasın.
  3. Un-su-tuz karışımı kaynamaya başlayınca, ayrı bir tavada sıvı yağ ve soğanı kavurun. Soğanlar iyice ölsün.
  4. Kavurmayı küp şeker büyüklüğünde doğradıktan sonra soğanın üzerine ilave edin ve bir iki dakika kavurmaya devam edin.
  5. Soğan-yağ-kavurma karışımını (20 dakika pişen) un-su-tuz karışımının üzerine boşaltın, pulbilberini de ekleyin. Karıştırmaya devam ederek bir beş dakika daha kaynatın.
Afiyetle için!

Not: İlerleyen süreçlerde,"kavurma"dan detaylı bir şekilde bahsedeceğim. Kavurma bulmak sıkıntı olursa, aynı tarifi kavurmasız da yapabilirsiniz ama çok şey kaçırırsınız söyleyeyim!



Kavurma

19 Kasım 2011 Cumartesi

Dolmê Kundiran (Bulgurlu Balkabağı)



Benim çocukluğumun geçtiği yerde, Doğusunda yani bu ülkenin,  masmaviydi gökyüzü, bulutlarsa bembeyaz. Bir metre kar yağdıktan veya bir fırtına koptuktan sonra bile hep parlak maviydi gök. Göğün puslu ve kirlisi, bulutların grisiyle İstanbul’da tanıştım.  
Bir haftadan beridir İstanbul'un hava durumunu yakından takip ediyorum ki güneşli bir gün olsun takvimimde. O güneşli günde evin içi aydınlansın ve ben de sıradaki tarifi güzel  bir videoya dönüştürüp paylaşayım sizlerle diye düşünüyordum. Cuma günü bulduğumu sandım o güneşli günü.
Sabah 6’da başladı mesaim. Hazırlıklarımı yaptım, yemeği ve çekimi de tabii.  Ama sonra görüntüleri izleyince yeterince iyi olmadıklarına karar verdim. O yüzden şimdilik bu fotoğrafla idare edeceğiz.

Malzemeler, 6 kişilik:
  • 1 kg balkabağı, ayıklanmış ve soyulmuş (Çekirdekli ve kabuklu ise 2 kg)
  • 1 su bardağı bulgur (200 g)
  • 2 yemek kaşığı toz şeker (30 g) veya 15 adet küp şeker
  • 3 bardak su (600 ml)
  • 1 tatlı kaşığı tuz (10 g)
Sosu için:
  • 1 su bardağı yoğurt (200 g)
  • 1 bardak su (200 ml)
  • 4 diş sarımsak
  • 1 çay kaşığı tuz
  • 4 yemek kaşığı tereyağı (50 g)
  1. Balkabaklarını küp küp doğrayın. Geniş derin bir tencereye kabaklarının yarısını boşaltıp yayın. Bulgurun yarısını üzerine serpin. Balkabaklarının diğer yarısını tencereye döküp yayın ve bulgurun kalanını da üzerine dökün.
  2. Tuzunu ve şekerini atın. (Küp şeker kullandıysanız eritip dökün) Suyunu da ekleyin. Tencerenin kapağını kapatın.
  3. Harlı ateşte 15, orta ateşte bir 15 dakika daha pişirin. 5 dakika dinlenmeye bırakın.
  4. Pişen bulgur ve kabağı birlikte ezin. Geniş derin bir tabağa alın. Ortası tepe şeklinde olsun.
Sosu:
  1. Tuz ve  sarımsağı dövün. Su ve yoğurdu sarımsağı da ekleyerek çırpın.
  2. Tereyağını eritin.

Balkabağının üzerine önce erittiğiniz tereyağını daha sonra da sarımsaklı ayranı dökün. Orta kısmı sade bırakabilirsiniz isterseniz. Afiyet olsun!